bugün

entry'ler (150)

google inbox

sevecen bir sözlük yazarından davetiye beklediğim, google'ın yeni zamazingosu.

ekmelcilerin atatürkçüleri aşağılamaları

"Ekmeleddin'e saldıran Atatürkçüler yeterince Atatürkçü olsalardı, bugün Ekmeleddin'e muhtaç olmazdık." ifadesinden yola çıkılarak oluşturulan yanlış başlıktır, söz konusu ifadede bir aşağılamadan çok durum tespiti vardır.

edit: benzer başlıkların peşi sıra ve aynı kişi tarafından açıldığı düşünülürse bir aktrollün ortalığı karıştırma çabası olduğu anlaşılmaktadır.

türk gençliğinin önündeki engeller

zamana göre değişen engellerdir.

- ilk engel okuldur. ilköğretim ve lise, şimdi bir de 4+4+4 çıktı ki okul beş yaşındayken başlıyor. çekilir dert değil.
- bu okul dönemlerinin ardından yeni engeller çıkar. bunlar: okullarda alınan o faydalı (!) eğitim yeterli olmadığı için üniversite öncesi dershane ve üniversiteye girebilmek için çekilen çile, stres, aile ve çevre baskısı.
- dershane sonrasında kazanılırsa üniversitede yeni engeller baş verir. ayrıca üniversitede engellerin sayısı birden çoğalır. bu yeni engeller: gıcık ve size kafayı takmaya hazır hocalar, bu hocalara öykünen araştırma görevlileri, ergenlikten sıyrılmaya çalışan sınıf arkadaşları, inekler, yüz vermeyen karşı cins, geçilemeyen dersler, yaz okulları, bütler ve finaller.
- üniversitenin bitmesinin ardından erkekler için yeni bir engel: askerlik. konuya derinlemesine girmiyorum, gitmeyen bilmez, giden çektiklerinin sözünü etmez.
- askerlikten sonra en önemli engel gelir: iş bulmak. hele ki torpilin olmazsa olmaz olduğu ülkemizde tam bir engelli koşu. ayrıca iş bulma ana engelinin içinde yardımcı engeller vardır: deneyim (en az iki yıl, sanki millet anasından iş deneyimiyle doğuyor), "prezentabl" olmak, ana dili gibi yabancı dil bilmek (hem de bizim eğitim sistemimizden sonra)
bunlara ek olarak kpss denilen bir sınav da var (üniversitede öğrenilenlerin bir işe yaramadığı gerçeği ile yüzleşmek).

süreç böyle devam eder ama artık gençlik kalmamıştır, geri kalan engeller başka başlığın konusudur.

yalnızlığın en güzel yanı

kimseye tahammül etmek zorunda olmayışınızdır, tabii kendinize de tahammül edemiyorsanız o ayrı.

oscar cardozo

"ey cardozo geldiysen üç defa vur." cümlesinin kurulma sebebi olan futbolcu.

mitinge katılan insan sayısıyla övünmek

Kendini tatmin etmenin bir yoludur.

Ayrıca (bkz: önemli olan boyu değil işlevi)

white sea

tdk'nın pek yakında tanımları arasına ekleyeceği ifadedir.

osmanlı imparatorluğu vs türkiye cumhuriyeti

osmanlı'da halk padişahın kulu iken türkiye'de ise bireydir ve egemenliğin gerçek sahibidir.

cumaya gitmeyip müslümanım diye dolaşmak

sadece dolaşıyorsa sorun olmayan kişidir.

ha yok hem namaz kılmayıp hem de din iman hakkında atıp tutuyorsa sorun vardır. bu konuda cuma namazında en ön safta yer alıp da faiz yiyen ve onun bunun müslüman olup olmadığına karar verme yetkisine sahip olduğunu zanneden yobaza danışmak gerekir. zira bilirkişidir kendisi.

bir de arada kalmış müslümanlar var, namazında niyazında, başkasının ibadetine karışmayan. ama bulmak zor kendilerini çünkü diğerleri gibi ortalıkta kasım kasım dolaşmıyorlar.

nihat doğan ve melih gökçek polemiği

denk güçlerin savaşıdır, patlamış mısır ve kola ile oturup zevkle seyredilesidir. inşallah rövanşı da gerçekleşir.

radyo dinlemek

bir zamanlar dünyadan haberdar olmak anlamına gelen eylemdir.

köy ahalisi, muhtarının getirip kahvesinin orta yerine koyduğu kocaman kutuya merakla bakıyordu. muhtarın kasılmasına bakılırsa önemli bir şey olmalıydı, ama ne? nihayet muhtar bakışlarını bütün gün kahvede oturup, gazeteden gündemi takip edip memleket meselelerini tartışan ve bir yandan da çay, kahve içerek kendisini zengin eden ahaliye çevirdi. konuşmaya başlamadan önce öksürerek boğazını temizledi ve \"ey ahali...\" diyerek söze başladı: \"bu gördüğünüz radyodur. muhtarınız olarak hiç bir masraftan kaçınmadım ve sırf size hizmet için bu radyoyu getirttim. artık memleket meselelerini sadece gazeteden değil, radyodan da takip edebileceksiniz.\" aslında muhtarın derdi hizmetten çok ahaliyi kendi kahvesine daha da bağımlı kılmaktı. sözlerini bitirir bitirmez de, ahalinin şaşkın bakışları arasında radyonun düğmesini çevirdi. önceden her şeyi planlamış frekansı ayarlamış ve radyoyu da kahveye akşam haberlerinin yayınlandığı saatte getirmişti. o düğmeyi çevirir çevirmez spikerin sesi duyulmaya başladı. ahali önce şaşkınlıkla garip sesler çıkarttı. bir kaç ihtiyar dünyanın sonunun geldiğini ileri sürdü. ama az sonra sesler kesildi ve herkes pür dikkat radyo yayınını dinlemeye başladı. henüz bilmiyorlardı ama artık onlar için dünya daha da küçük bir yer halini alacaktı.

otobüste uyuyan güzel kızı öperek uyandırmak

hemen her erkeğin bir anlığına da olsa zihninde canlandırdığı, ama yapmaya da bir türlü cesaret edemediği kugudur.

son durağa gelindiğinde, "madem öpemiyorum" düşüncesi ile yüzdeki aptal bir tebessüm, zihindeki centilmen erkek olma hayali ve nereden geldiği belli olmayan cesaret ile kızın yanına gidip omzuna dokunularak uyandırılır ve sahibi tarafından bile güçlükle duyulan bir ses ile son durağa gelindiği söylenir. o güzeller güzeli kız bir anlığına yüzünüze bakar ve uykulu sersemliği ile teşekkür bile etmeden uzaklaşır. geride kırık bir kalp bıraktığının ise farkında bile değildir. ne yazık...

kozmik ambiyans için tibet e giden görgüsüz tip

"ah sonunda yıllardır aradığım huzuru buldum." veya "aydınlandım." şeklinde cümleler kurup üç beş gün evrene olumlu mesaj yollayayıp, iç huzur, barış gibi kelimeleri ağzından düşürmeyen, ama myanmar'da müslümanların o pek barışçıl (!) budistler tarafından katledildiğinden bir haber insanımsıdır.
(bkz: myanmar daki müslüman katliamı)

haşhaşi

hasan sabbah'ın suikastçilerine verilen isimdir.

yetiştirilme tarzları ile ilgili genel kanı şu şekildedir: hasan sabbah 12-20 yaş aralığındaki erkek müritlerinden bazılarını düzenleyeceği suikastler için seçer. bu kişileri bir yemekte ağırlar ve onlara kendisine sadık olup, emirlerini yerine getirmeleri durumunda onları cennete gönderebileceğini söyler. yemekte bu kişilere gizlice haşhaş verilir ve kendilerinden geçmeleri sağlanır. daha sonra bu kişiler alamut kalesinin içinde hasan sabbah tarafından oluşturulan ve girişi saklı olan sahte cennete taşınır. bu sahte cennetin içinde pek çok meyve ağacı, çeşme (çeşmelerin bazısından bal, bazısından süt, bazısından su ve bazısından de şarap akmaktadır) ve çok sayıda genç kız yer almaktadır. kendinden geçmiş genç müritler ayıldıklarında bu mekanı cennet zanneder ve burada zevk içinde bir kaç gün geçirdikten sonra tekrar haşhaş verilerek uyutulup sahte cennetten çıkartılırlar. gençler kendilerine geldiklerinde hasan sabbah'ın karşısına çıkartılırlar. hasan sabbah da onlara eğer cennete tekrar gitmek istiyorlarsa emirlerine itaat etmeleri gerektiğini söyler. bu sürecin ardından müritler eğitilir ve suikatler için yetiştirilirler. cennete gitmek ümidiyle hasan sabbah'a öyle bağlı hale gelirler ki, onun bir emriyle hiç düşünmeden kendi canlarına kıyarlar. ayrıca suikatte gönderilidiklerinde de cesaretlerinin artması için haşhaş kullanırlar.

tüm bu bilgiler kesin olmamakla birlikte bir kesim bilgilerin tamamının doğru olduğunu, bir kesim bilgilerin bir kısmının doğru olduğunu, bir kesim ise bilgilerin tamamının yalan olduğunu iddia etmektedir.

ancak kesin olan bilgiler haşhaşilerin (fedai de denmektedir.) selçuklu yöneticilerine suikatler düzenledikleri ve suikastin ardından kaçma çabasında bulunmadan oldukları yerde bekledikleridir.

sahte cennet ve haşhaş kullanımı bilgilerine karşı çıkan kişilerin, fedailerin hasan sabbah'a bu denli bağlı olmaları ve onun emri ile ölüme gitmelerine getirdikleri açıklama ise hasan sabbah'ın müritlerini dini öğretileri ile kendine bağlı kılmasıdır.

sonuç itibariyle ne yazık ki konu hakkında "şu düşünce doğrudur" denememektedir, ancak haşhaşiler ve hasan sabbah ile ilgili bazı olayların aşırı derecede abartıldığı da ortadadır.

konuyla ilgili doğru düzgün belki de tek araştırma kitabı ise Ayşe Atıcı Arayancan'ın "Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut" isimli kitabıdır.

sözlük yazarlarının yaşadığı şehirler

ne fark eder ki bize her yer trabzon.

din gönüllüsü

cuma vaazında hocanın dediğine göre diyanet işleri başkanlığının din görevlileri için kullanmaya başladığı yeni sıfattır.

ancak burada bir mantık yanlışı var kanımca, çünkü hem imamlık (veya müezzinlik) yapmak için maaş alıp hem de gönüllü olmak normal değil. hele ki "gönüllü"nün tarifinin tdk'ya göre "Bir işi yapmayı hiçbir yükümlülüğü yokken isteyerek üstlenen kişi." olduğu düşünülünce.

sahaf

eski kitaplar satan, yanına gidip bir kitap ismi söylediğinizde yüzlerce kitap arasından gidip hemen dediğiniz kitabı bulup getiren veya "ne yazık ki elimde kalmadı, ama isterseniz getirebilirim." diyen kişilerdir. hele ki yaşlı iseler dükkanına girip de o kitaplara ve tüm kitapların arasında duran bu kişiye baktığınızda kendinizi fantastik bir film karakteri gibi hissedebilirsiniz.

bir de bunun tam tersi olanları vardır. bizzat yaşamışlığım var. dükkanına girip almak istediğiniz kitabın adını söylersiniz, bulup getirir. kitabın fiyatını sorarsınız, size söylediği fiyat birinci el kitap fiyatı ile aynıdır. hatta birinci elini daha ucuza alma şansınız bile vardır. bir kitaba bakarsınız bir de adama ve "kalsın." deyip yıkılmış hayalleriniz ile uzaklaşıp aynı kitabın yeni bir baskısını alırsınız.

akil adamların türkiye nin özeti olması

erdoğan'ın dünkü açıklamasına göre akil adamlar listesinin sahip olduğu özelliktir.

--spoiler--
Çok ince çok hassas bir tercih sürecinin ardından farklı kesimleri, farklı düşünce dünyalarını temsil etmek suretiyle 76 milyonun özeti sayılabilecek bir listeyi oluşturduk.
--spoiler--

çok ince ve hassas bir eleme yapıldığından listedeki yandaş ve aykırı isimleri görünce kimsenin kuşkusu kalmıyor zaten de, bu listedeki isim ya da isimlerin kendisini temsil ettiğini düşünen kaç kişi vardır orası baya şüpheli.

abazanlık

tdk'ya göre uzun süre cinsel ilişkiye girmeme durumudur. bu durum erkekler üzerinde öyle garip etkiler oluşturabilir ki tahmin bile edilemez.

hemoroidden muzdarip bir kişinin anlattığı ve çevresindekilere hava attığı olay en iyi örneklerden biridir kanımca. hemoroidle abazanlık ne alaka diye düşünebilirsiniz, az sonra anlarsınız. arkadaş doktora gider doktor da kabine geçip soyunmasını ister, zira durum tespiti yapılacak ve makata bakılacaktır. arkadaş pantolonu indirir ve beklemeye başlar, derken içeri güzel bir kadın girer. kendisi doktorun yardımcısıdır ve makat kontrolünü o yapacaktır. arkadaş bu andan itibaren hemoroidi falan unutur. kontrol onun için bir zevke dönüşmüştür. en azından kendisinin anlattığı budur.

ancak asıl garip olanın bu arkakdaşın bir kadının makatına parmak sokmasını bir zevk unsuru olarak görmesi mi yoksa bu olayı anlattığı kişilerin çoğunluğunun ağzı açık hayranlıkla onu dinlemesi olduğunu halen bilemiyorum. işte abazanlık böyle bir şey kanımca.

sürekli aynı şeyleri anlatan kişi

aslında bir çok türü bulunan insan tipidir. şöyleki:

yaşlı kişilerde bu durum sık görülür, çünkü ileri yaş gereği unutkanlık baş gösterir ve insanlar aynı şeyleri tekrar tekrar anlatırlar. bu durum hoş karşılanmalaıdır. sonuçta çoğumuz yaşlanıcaz. tabi hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun felsefesini benimsemiyorsak.

espiri yeteneği gelişmemiş kişiler de sık sık aynı şeyleri anlatabilir, buradaki mantık "kırk yılın başında bir şey buldum, herkese anlatmalıyım." şeklindedir.

ideolojik bir grubuna dahil ancak konu hakkında tam anlamıyla derin bilgi sahibi olmayan kişiler de papağan misali aynı şeyleri söyleyip dururlar. dertleri insanları kendi taraflarına çekmektir, ancak karşılarına biraz bilgili biri çıkarsa üç beş cümleden sonra tıkanıp kalırlar.

en berbat olanı ise narsistlerdir. bunlar kendilerine aşırı bir hayranlık duyduklarından sürekli kendilerinden bahsedip dururlar. susturmanız mümkün değildir. onlar için kendilerinden bahsetmek yiyip içmek gibi temel bir ihtiyaç, sizin içinse tam bir eziyettir.